Dil Ölümü – Kültürel Erozyon

“Benim kültürümün ve dilimin yaşayamaya hakkı vardır ve hiç kimsenin bunu görmezden gelmeye yetkisi yoktur. Benim dilimin insan tarafından artık konuşulmayacağını düşündüğümde; kendi ölümümü düşünmekten bile daha derin olan soğuk bir ürpertiyle baştan aşağıya sarsılırım, çünkü bu benim soyumun toplu ölümü demektir” (İskoç yazar James Kelman’ın 1994 senesinde bir ödül töreninde yapmış olduğu konuşmadan)

Giriş

İnsanoğlu ne zaman ki bir şeyi tüketir, o zaman başlar tartışmaya. Sorun nüksetmeden önlem almak neredeyse hiç aklına gelmez. Ozon tabakası ve çevre kirliliği örneğindeki gibi, sorun ne zaman kapımıza dayanırsa o zaman başlar her baştan bir ses çıkmaya. Birleşmiş Milletler (BM) 2008 senesini “Uluslararası Diller Yılı” olarak ilan etti ve bu yılın koordinasyonunu BM Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü’ne (UNESCO) verdi. BM tarafından dillerin gündeme alınmasının bir nedeni vardı; günümüzde her iki haftada bir dil ölüyor ve bu yüzyıl içinde yeryüzünde konuşulan tüm dillerin yarısının yok olacağı tahmin ediliyor.

1980 yılından itibaren yapılan birçok çalışmada, dünyada tahminen 6000-7000 dil olduğu yazıldı. Dünyadaki tüm dillerin dağılımı şu şekilde belirtilir: % 4 Avrupa, % 15 Amerika kıtasında, % 31 Afrika, % 50 Asya ve Pasifik.

Tüm dillerin %25’i Papau Yeni Gine ve Endenozya’da konuşulmaktadır. 1999 yılının ortasında yaklaşık 6 milyar olarak hesaplanan dünya nüfusu içinde konuşulan tüm dillerin % 96’sının nüfusun sadece % 4’ü tarafında konuşulduğu saptanmıştır[1]. Bu demektir ki; dünyada konuşulan dillerin bir çoğu küçük topluluklar tarafından konuşulmaktadır. Elbette, resmi rakamların içine dahil edilmemiş, varlığı neredeyse bilinmeyen pekçok dil vardır. Tüm bu dillerin içinde yaklaşık 2,500 dil ölümle pençeleşiyor haldedir.

Anadilinden uzak büyüyen bir Laz çocuğu.

Dil Ölümü Nedir?

Dil ölümü ifadesi günümüzde ilgili çevreler tarafından çokça ifade edilir oldu. Fakat, tam olarak nedir dil ölümü? En basit ifadeyle, dil ölümü bir halkın ölümü demektir. Yeryüzünün en büyük entellektüel felaketi, kimlik kaybı ve dejenerasyon nedenidir. Çünkü dil ile ölen sadece kelimeler değil; kültür, gelenek, ve tarihtir aynı zamanda.

Dil uzmanlarına göre bir dilin ölümü o dili konuşan kimse kalmadığı zaman gerçekleşmektedir. Eğer bir dilin herhangi bir dialektini konuşan kimse kalmadıysa ve hiç kayıt altına alınmadıysa (yazılı ya da sesli olarak), ve tarihe damgasını vurmuş bir halka ait değilse, geleceğe taşınacak bir şey olmadığından, o dil hiç varolmamış gibi sayılacak ve adı dahi geçmeyecektir. Keza, konuşan kimse kalmadığı takdirde, kayıt altında alınmış olsa dahi, ‘yaşayan bir dil’ olarak görülmeyecektir.

Bir dilin yaşaması için kaç kişinin konuşması gerekir sorusu tartışmalıdır. Sadece 20 kişi, 500 ya da 1,000 kişi kalsa, o dilin kurtuluşu anlamına gelir mi? Bu, tamamen konuşan kişilerin dili yaşatma konusundaki kararlılıklarına, genç nesillere aktarıp aktarmadıklarına, ve dili konuşan kişilerin birbirlerine ne kadar yakın yerleşim birimlerinde yaşadıklarına bağlıdır. Bir kasaba içinde yaşayan ve birbirleriyle yakın temas içinde olan 300 kişi, hiçbir temasa sahip olmaksızın ayrı şehirlerde yaşayan 1,000 kişiden daha etkili olacaktır. Elbette, bir dili ne kadar çok insan konuşursa, dilin yaşama şansı o kadar büyük olacaktır. Dixon’a göre[2], kısa dönemde bir dilin yaşaması için 10,000 kişinin konuşması yeterli, fakat orta dönemde yeterli olmayabilir.

Dilbilimci Stephen Wurm[3] dil ölümünün beş aşaması olduğunu söyler. Bu aşamalardan burada bahsetmek önemlidir:

Potansiyel olarak tehlike altında olan diller : sosyal ve ekonomik olarak dezavantaja sahip olan, dominant bir dil tarafından ağır baskı altında, ve çocuk konuşanların azaldığı diller;

Tehlike altındaki diller : Az sayıda ya da hiçbir çocuğun öğrenmediği, ve iyi konuşanların en gencinin genç yetişkinlerin olduğu diller;

Ciddi olarak tehlike altındaki diller : Konuşanların en gencinin 50 yaş ya da üstü olan diller;

Can çekişen diller : Çoğunun yaşlı olduğu, sadece bir avuç konuşanın olduğu diller;

Tükenmiş diller – Hiçbir konuşanın kalmadığı diller.

Dil ölümü kültürel erezyon

Diller neden ölür?

Tarih boyunca kültürlerin yükselişi ve düşüşü ile birlikte pekçok dil ölmüştür. Bir zamanlar Hititlerin, Sümerlerin, İnka ve Maya uygarlıklarını yaratmış insanların konuştukları diller vardı.

Dil ölümünün pekçok sebebi vardır. Bir dil; o dili konuşan insan sayısının ciddi biçimde azalması sonucu yok olabilir ya da tehlike altına girebilir. Bu bir doğal afet, savaş ya da katliamın sonucu olabilir. Örneğin, 1845-46 yılları arasında İrlanda’da yaşanan kıtlık sırasında (ülkede ‘patates kıtlığı’ olarak adlandırılır) 1 milyon kişinin ölümü yanısıra göç nedeniyle boşalan ülkenin nüfusu sadece 10 sene içinde 8 milyon kişiden 6.5 milyon’a inmiştir. Bir halkın nüfusu bulaşıcı bir hastalık nedeniyle de azalabilir; tıpkı Merkez Meksika’ya İspanyollar girdikten sonra, onların beraberlerinde getirdikleri bulaşıcı hastalıklardan dolayı – elbette katliamlar cabası- yerlilerin nüfusunun 1518’de 25 milyon iken 1620’ye kadar sadece 1.6 milyon’a düşmesi gibi. Doğaldır ki, halkın nüfusunun azalması dili konuşan insan sayısının azalması anlamına geliyor.

Ancak, dil ölümünün en büyük sebebi ne yaşanan hastalıklar, ne de doğal afetlerdir. Bir halkın nüfusu sağlıklı ve tam sayı olabilir, fakat gene de dilleri kaybolmaya mahkumdur. Bunun nedeni ya bölgenin başka güçler tarafından işgal edilmesi ya da ülkedeki güçlerin halk üzerine baskı uygulamasıdır. Halkın üzerinde ekonomik ya da askeri güç kullanarak, sindirerek, baskı yaparak bunu mümkün kılarlar. Her halukarda, otoritelerin dayattığı dil egemenliğin amblemi haline gelir. Tüm dünyada baskıcı otoritelerin kabul ettiği bir model vardır; etnik dillerin konuşulmasını engellemek, yeni ve egemen olan dili resmi ve günlük konuşulan lisan olarak kabul ettirmek. Bir kültür başka bir kültürü etki ve baskısı altına aldığında; tehlike altındaki dilin gördüğü muamele her yerde aynıdır, bu senaryo hiç değişmez. Dili tehlike altında olan topluluklardan birer temsilciyi biraraya getirsek; Afrika’daki de, Avusturalya’daki de, Asya’daki de aşağı yukarı aynı muameleleri gördüklerini söyleyeceklerdir. Görülen ortak muamele; kendi dillerini konuşmaktan utandırılmak ve cezalandırılmaktır.

Dominant olan güçler etnik halktan sayıca az olabilirler fakat ekonomik ya da politik baskı sağlamaları halinde direttikleri dili kabul ettirmeleri mümkün olur.

Öncelikle, halk kendi anadilleri ile birlikte dominant güçlerin dayattıkları dili konuşur hale gelir. Bu evrede henüz kendi dillerini de akıcı şekilde konuşuyor durumdadırlar.

Ancak, ikinci evrede genç kuşak kendi etnik dillerini daha az konuşmaya başlar. Kendi anadillerini yeni düzen içinde yetersiz bulmaya başlarlar. Bunun yanı sıra, daha da önemlisi, kendi dillerini konuşmaktan utandırılırlar. Aileler, kendi dillerinin çocuklarının işine yaramayacağını ve sıkıntı yaşayacağını düşünerek yeni ikinci dili çocuklarına konuşmaya başlarlar. Aile içinde birinci dil konuşulsa da, evin dışında etnik dili konuşan aile sayısı azalmaya başladığından ve resmi kurumlarda (okul ve iş gibi) etnik dilde konuşmak engellendiğinden, dil daha az konuşular hale gelir ve böylece tükenişin tohumları atılır.

Dil ölümü kültürel erezyon

İnsanlar kendi dillerini konuşmaktan utandırılmaları sonucu ikinci dile geçiş yapmaya ve hatta ana diline hiç hakim değilmiş izlenimi yaratmaya zorlanırlar. Hatta, dominant olan dili ne kadar iyi konuşuyorsa o kadar fazla saygı göreceğine inandırılırlar. Etnik dil ve halk hakkında aşağılayıcı hikayeler anlatılması, etnik dil sahibini bu hikayeler ve fıkralar içinde aptal rolüne konulması yaygınlaştırılır; tıpkı Türkiye’de Lazlara ya da Britanya’da İrlandalılara yapıldığı gibi. Etnik dili konuşan halkın aptal, tembel, ya da vahşi olduğuna dair hikayeler yaygınlaştırılır. O halk köklü bir kültüre sahip olabilir; ataları geçmişte sanat alanında nam salmış, muhteşem mimari yapılar kurmuş olabilirler, ancak dominant güçlerin nezdinde tüm bunların hiçbir önemi yoktur. Dominant güçlere göre, etnik halk geridir, yetersizdir ve hatta konuştukları dil ‘şeytanın dili’dir. Buna göre, etnik dilini konuşan çocuklar okulda cezanlandırılır, aile içinde dahi kendi dillerini konuşmalarından men edililirler. Örneğin, Türkiye’de Lazcaya karşı uygulanan yöntemlerin arasında, okuldaki çocukların içinden ispiyoncu seçilmesi, Lazca konuşan çocukların öğretmenlere ispiyon edilmesi, ve bu çocukların dayakla cezalandırılması vardı. İrlanda’da kendi dilini konuşan çocukların arkasına “Eşşek” yazan bir kağıt takılır ve çocuğa okulda tüm gün arkasında bu yazıyla gezme cezası verilirdi. Alaska’dan Tlingit etnik kökenine sahip bir adamın söylediği gibi[4] –

 “Kendi dilimizi konuştuğumuzda öğretmenimiz ağzımızı sabunla köpürtürdü. Tlingit konuştuğumda hala ağzıma sabun tadı gelir.”

Bazı ülkelerde; herhangi bir etnik dili konuşan kişi sayısı hakkında tahmin yürütmekten öteye geçemezsiniz, çünkü bu konuda hiçbir resmi veri yoktur. Türkiye ve Yunanistan gibi ülkelerde insanların anadilleri hiçe sayılır, etnik azınlıkların ana dillerinin nüfus sayımı sırasında resmi istatistiklerin içine alınması söz konusu değildir. Tek dil, tek millet politikası benimsenir.

Bir dil kaybolsa ne olur?

Peki, bir dilin kaybolmasına karşı başlatılan mücadelenin nedeni nedir? Bir dil daha kaybolsa ne olur?

Bu yazının başında dil ölümü için bir halkın ölümü , yeryüzünün en büyük entelektüel felaketi, kimlik kaybı ve dejenerasyon nedenidir demiştik. Kaybolan sadece dilin kendisi değil, kültürel mirasımızdır aynı zamanda. Dil ile birlikte; bilgi, tarih, ve gelenek kaybolur. İnsanlar kendi dillerinden vazgeçip başka bir dili kabul ettiklerinde, eski dilde varolan bilgiyi yeni dile nakledemezler. Örneğin, zanaat, tarım ya da denizcilik konularında dil içindeki terimler ve içerdikleri bilgiler dil ile birlikte ölürler. Dil öldüğünde sözlü edebiyat; masallar, şiirler, destanlar da beraberinde ölecektir.

Dilimiz öldüğünde, adetlerimizi, mitlerimizi ve hatta aramızdaki espri anlayışını dahi kaybederiz. Hitab etme biçimimizi kaybederiz. Bazı şeyler sadece anadilde söylendiğinde güzeldir, sadece anadilde söylendiğinde anlamını bulur. Çocuğumuzu, sevgilimizi nasıl sevdiğimiz, çiçeğe-bitkiye ne isim verdiğimiz, sevinince-üzülünce ne tepki verdiğimiz, hepsi dil ile birlikte kaybolacaktır. Dil ile birlikte o kültür, kültür ile birlikte kimlik kaybolacaktır. Sonuç; başkalarının kültürüne özenen ama asla özendiği kültürün bir parçası olamayacak, başkalarının hayatını yaşayan, dejenere olmuş, yozlaşmış bir nesilin yetişmesi demektir dil ölümü. İnsanların farklı dilleri, farklı kültürleri öğrenmesi ve hatta etkilenmesi değildir yanlış olan. Kötü olan, bir halkın kendine ait olanın üzerine başka bir şey daha eklemek yerine, kendine ait olandan tümüyle vazgeçmeye zorlanmasıdır.

Dil ölümü kültürel erezyon

Ne yapabiliriz?

Bir etnik dili gelecek kuşaklara taşımanın şartları nelerdir? Gerçekten dil ölümünün önüne geçmenin yolu yok mudur? Yoksa, nasılsa bir gün tükeneceğini düşünerek dillerimizi ölüme mi terkedeceğiz?

Ölmek üzere olan bir dilin yeniden hayata kavuşması imkansız değildir. Buna en iyi örnek İbrani dilidir. Modern İsrail’de İbranice’nin yeniden doğuşu güçlü siyasi ve dini faktörlerin kombinasyonu olarak açıklanabilir. Bu gösteriyor ki; bir dilin kurtulabilmesi için o dili konuşan halkın ortak gayret göstermesi gerekir.

Bir dilin kurtulması için önemli olan altı önemli faktör vardır[5] bunların hepsi gerçekleşmese bile en azından birkaçının gerçekleşmesi, dilin tehlike altına girmesinden kurtarabilir. Bu faktörleri şöyle sıralayabiliriz:

  • O dili konuşan halkın dominant toplum içinde prestijlerini yükseltmeleri gerekir– Toplum içinde varlıklarını kabul ettirmeliler, profil sahibi olmalılar. Medya içinde yer almalılar; televizyon ya da radyo programları, gazete ve dergiler aracılığıyla kendilerini anlatmalılar. Burada bahsedilen zaman zaman çıkan birkaç gazete haberi değil, sürekliliği olan medya iletişimidir. İnsanları o dili konuşmaya teşvik edecek şeyler yapılmalı, mesela kendilerine ait olan bir televizyon programı ya da dergi insanları bu konuda yüreklendirebilir. Uzun dönemde amaç mümkün olduğunca fazla alanda varlık göstermektir; iş dünyası, hukuk, ve kamu hizmetleri gibi. Siyasi destek olursa, yer ve yol isimlerine o dilde isimler verildiğinde daha fazla ilgi uyandıracaktır.
  • O dili konuşan halkın dominant toplum içinde servetlerini yükseltmeleri gerekir– Bir dilin talihini etkileyen en önemli faktörlerden biri, o halkın mensuplarının servet sahibi olmasıdır. Fakat, bu ancak servete sahip olan kişilerin dillerine ve kültürlerine sahip çıkmalarıyla gerçekleşebilir. Bir halkın sosyal ve siyasi olarak itibar sahibi olması için, toplum içinde servet sahibi ve diline sahip çıkan insanların olması önemlidir. O dili konuşan bölge ekonomik olarak güçlenirse – tarım ya da turizm alanlarında olabilir – bölgede konuşulan dilin önemi artabilir.
  • O dili konuşan halkın dominant toplumun gözünde güçlerini arttırmaları gerekir – Tehlike altındaki dilin uluslararası çevrelerce kabul görmesi ve koruma altına alınması önemli bir adımdır. Birleşmiş Milletler ve UNESCO tarafından sunulmuş olan, etnik dillerin korunma altında alınmasını öngören farklı deklarasyonlar vardır. Gerek uluslararası, gerek yerel yönetimlerin etnik dillerin korunması için önlem almalarını sağlamak herzamankinden daha önemlidir.
  • O dili konuşan halkın eğitim sistemi içinde güçlü yeri olması gerekir – Bir çocuğun anadilini okulda konuşmasının önemi biliniyor. Dominant dilin yanısıra, etnik dile okul içinde resmi olarak yer verilmesinin büyük önemi vardır. Bir dilin tarihi, folklörü, ve edebiyatı hakkında bilgi sahibi olmak, o dile karşı ilgi duymak için iyi bir nedendir. Elbette, bu eğitimin alınabileceği tek yer okul değildir. Okul dışı aktiviteler düzenlenerek de bu eğitim verilebilir. Örneğin, oyun grupları, yaz kampları, sadece o dilin konuşulduğu gruplardan oluşan tatiller organize edilebilir. Fakat, hiçbir eğitim programı iyi öğretmenler ve materyaller olmadan başarılı olamaz. Bu öğretmenler kadrosunun o dili akıcı konuşan ve yeni nesili yetiştirebilecek potansiyele sahip kişilerden oluşması gerekir. Elbette, tüm bunların ekonomik boyutunun altından kalkabilmek gerekiyor. Bu öğretmenler kadrosunun muhtemelen, en azından ilk evrede, gönüllü olarak çalışması ya da az bir ücrete razı olması gerekebilir.
  • O dili konuşan halkın kendi dillerini yazabiliyor olmaları gerekir – Bir dilin yazılabiliyor olması, otomatik olarak kurtuluşu demek değildir. Fakat, eğer sonraki kuşaklara dil yazılı olarak aktarılabiliyorsa, yaşaması için daha fazla şansı var demektir. Dilin alfabesi; dil içindeki tonlama, ritm, ve fonemleri yansıtmaya yeterli gelmeyebilir. Dilin hangi dialektinin yazılı hale getirileceği de sorun olarak ortaya çıkabilir. Hangi dialekt seçilirse, o dialekt öne çıkacak ve daha yüksek statü alacaktır ki, bu bile farklı dialektleri konuşan kişiler arasında uzlaşma sorunu yaratabilir, ve dil ölümüne daha büyük sebep verebilir. Bu yüzden, yazılı dili standartlaştırma kullanılabilecek en iyi yoldur. Dil yazıldıkça, halk içinde ortak bir dialekt kabul görecektir. Farklı dialektler halk içinde konuşulduğu sürece varolacaktır. Burada önemli olan, dilin bir şekilde varlığını sürdürmesidir.
  • O dili konuşan halkın elektronik teknolojiyi kullanabiliyor olmaları gerekir – Internet günümüzde herkese eşitlik sağlıyor. Her halkın bir radyo ya da televizyon kanalı sahibi olmaya gücü yetmeyebilir, fakat herkesin internet üzerinden sitesi olabilir. Dünyanın heryerine ulaşma imkanınız vardır. Artık hiçkimse birbirinden uzak değil, ayrı ülkelerde olmak dahi iletişime engel değil. Internet üzerinden etnik alfabe kodlaması yapılabilir. Elektronik teknoloji dillerin korunması ve ilgi uyandırma açısından etkin bir araç olarak kullanılabilir.

Son söz

Bir dili kurtaracak olan ne dil bilimciler, ne de uluslararası örgütlerdir. Bunlar sadece yardımcı rol oynayabilirler. Bir dil sadece o dili konuşan halkın sorumluluk göstermesiyle kurtulabilir. Anadilinizi konuşmuyor çocuklarınıza öğretmiyor, yaygınlaştırmıyorsanız; şiirler yazmıyor, masallar derlemiyor, kendi dilinizde hayaller kurmuyorsanız, diliniz er ya da geç ölecektir. Tehlike altındaki bir dil için, çocuğu hasta olan bir anne-baba şefkati ve koruma duygusuyla hareket etmiyorsanız, eliniz-kolunuz bağlı sadece bir gün öleceğine hayıflanıyorsanız, sizin diliniz için de tehlike çanları tüm hızıyla çalıyor demektir.

Eylem Bostanci-tehlikealtindakidiller.org

[1] Crystal, David 2002, Language Death. Cambridge University Press

[2] Dixon, R. M, W. 1972, The Dyirbal Language of North Queensland. Cambridge University Press

[3] Wurm, Stephen A. 1991, Language death and disappearance: causes and circumstances, Matsumura

[4] Sawai, Harumi. 1998. The present situation of the Ainu language, Matsumura

[5] Crystal, David 2002, Language Death. Cambridge University Press

Hûn dikarin van nivîsan jî bixwînin.

Saîdê Kurdî ve Gevaş ulemasının Ermeniler ile ilgili mektubu

İngiltere ve Rusya arasındaki rekabet, Osmanlı-İran üzerinden Kürdistan’da kendisini gösterirken, Berlin Antlaşması ile Ermenilerin statüsü, …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir