Kadiriler ve Nakşîler; Yeni Dünya, İngilizler ve Ruslar – 3

Kürdistan coğrafik konumu itibariyle Birinci Dünya Savaşı’nın en yoğun yaşandığı ve en çok tahrip edilen sahalardan biri oldu. Birçok köy haritalardan ve bazı Kürt aşiretleri neredeyse tamamen tarihten silindi. Sarıkamış’tan Xaneqîn’e, Mukri’den Erzincan ve Antep’e kadar bütün Kürdistan coğrafyasında Osmanlılar, Ruslar, Ermeniler, Farslar, İngilizler, Fransızlar ve Arapların karıştığı bu savaş korkunç sonuçlar ve büyük bir yıkım doğurdu.

Savaşla geçen 4 yılın ardından 1918’e gelindiğinde zayıflamış bir Kürt milliyetçi merkezine rağmen Kürtler, savaş öncesi Osmanlı ile geldikleri tatsız durum ve savaşta Osmanlı’nın dağılması sebebiyle bölgedeki yeni iki büyük güce, İngilizlere ve Ruslara yönlerini çevirdiler. 1917’de Bolşeviklerin devrim yapması ile savaştan çekilen Ruslar o noktadan itibaren stabil bir stratejiye yöneldiler. Oysa İngilizler oyun kurucu olarak Almanya, Avusturya-Macaristan, Osmanlı ve Acemistan İmparatorluklarına son vermişlerdi.

Osmanlı’nın eski Stockholm sefiri Kürt Şerif Paşa, henüz 1914 yılında İngilizlere çeşitli tekliflerle gitmiş, İngilizlerin Kürtlerle ilgili tasavvurlarına dair resmi bir belge talebinde bulunmuş, İngilizlerin mali kaynakların denetimine danışmanlık yapacakları bir sistem ile bir Kürdistan devleti kurulması için projeler hazırlamıştı. Yeni Ortadoğu’nun mimarı Sir Percy Cox, bu zeki adamın öngörüsüne hayran kalmıştı çünkü onun önerdiği teklif, ancak Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda mandacılık adıyla Milletler Cemiyeti tarafından bazı ülkelere yetki olarak verildi. Bu sistemde büyük devletler, az gelişmiş kabul edilen ülkeleri, kendi kendilerini yönetecek bir düzeye eriştirip, bağımsızlığa kavuşturuncaya kadar Milletler Cemiyeti adına yönetirler. Nitekim Suriye, Irak, Ürdün, Tanganika, Ruanda, Kamerun ve Namibya bu tarihlerde manda yönetimine geçtiler. Türkiye ise İngiliz ve Fransızlarla savaşı sebebiyle Amerika mandasına girmeyi önermişti. İşte bundan yıllar önce Şerif Paşa, aslında İngilizlerin Araplar için uygulayacağı modeli Kürtler için istemiş fakat gerçekte hiçbir zaman İngilizler ona aradığı fırsatı vermemişlerdi.

Şerif Paşa faaliyetlerine Paris Barış Konferansı’nda Kürt delegesi oluncaya kadar ısrarlı bir şekilde sürdürdü. Fakat bu diplomatik girişimi, Damat Ferid Paşa’nın başta olduğu Osmanlı hükümetinin, bir Nakşibendi şeyhi olan ve önceki bölümlerde ailesi üzerinde yeterince durduğum Kürt Teali Cemiyeti Başkanı Nehrili Seyyid Abdülkadir ve beraberindekileri Şeyhülislam Haydarizade İbrahim Efendi, Abuk Paşa ve Avni Paşa ile manipüle etmesi üzerine başarısızlıkla sonuçlandı. Kürt Teali Cemiyeti, Şerif Paşa’yı delegelikten azletti ve hükümet kabinesinin Kürdistan meselesini Osmanlı’nın içinde çözme teklifinin ağır sonuçlarını yaşadı.

Bu manipülasyondaki tarikat bağına değinmekte fayda vardır. Şeyhülislam Haydarizade İbrahim Efendi, Erbil Kürtlerindendir. Ulemadan babası Asım Efendi gibi Nakşibendi’dir. Nitekim Meşrutiyet döneminde çıkan Tasavvuf dergisi için Mewlana Xalid’in Rabıtayı Sufiye’sini çevirmiştir. Her ne kadar Erbilli Nakşibendilerin bağlı olduğu Harir Ekolü ile Kürt milliyetçiliğinin merkezine dönüşen Nehri Ekolü arasında farklar olsa da Seyid Abdülkadir ve diğer ekolün başını çeken Esad Efendi’nin özellikle Cemiyeti Suffiye çevresiyle yakın ilişkisi bilinmektedir. Şerif Paşa’nın azli için Paris Barış Konferansı’na gönderilen telgraflarda Arvasiler, Şemdinlili Seyid Taha ve Van nakıbüleşrafları gibi çokça Nakşibendi isme rastlanır.

Aslında tam da bu dönemde büyük olasılıkla Osmanlı’nın çöküşü ve Batı’nın bir Ermenistan kurma kararı sebebiyle dini duyguların yükselişe geçmesinin ve cihat çağrılarının etkisiyle Kürt siyasetinin iki kutba bölündüğü görülür. Daha önce fazla belirgin olmayan bağımsızlıkçı ve entegrasyoncu çizgiler tam da bu dönemde gün yüzüne çıkarlar. İkisi de Kürt damarı olmasına rağmen biri Kürtleri Osmanlıların Türkçü politikasının bir parçası olarak kurgulamış ve İslam ümmetinin birliği meselesi üzerinden antiemperyalist ve dahi Ermeni karşıtı bir tutum alır. Diğer hat ise Türklerin boyunduruğundan kurtulmak için kendileriyle aslında kader birliği yapan Ermenilerle bir noktada uzlaşmayı ve yeni haritalar çizen emperyalistlerle işbirliği yapmayı amaçlamaktadır. Nitekim Nakşibendî ekolünü bu noktada Jön Türkler ya da İttihat ve Terakki ile onca gerginliklerine rağmen Türk tarafında görürüz.

O yıllarda bir Ermeni devletinin kurulma ihtimali Türkleri yeni bir politikaya sevk eder. Tıpkı II. Abdülhamid’in Rusların Ermeni kartına karşılık Kürtleri desteklemesi ve Hamidiye Alayları adıyla Kürtleri silahlandırması gibi Türkçüler de bir Ermeni devletinin kurulması durumunda dengeleyici bir unsur olarak bağımsız bir Kürt devletinin kurulması fikrini ortaya atmıştır. Daha sonra Hatay’ın Türkiye’ye ilhakına benzer bir strateji izler Türkçüler. Buna göre Kürtler önce bir devlet kurmalı ve ardından Türkiye’ye katılma kararı vermelidirler. İşte bu sebeple yeniden Kadiri ve Nakşibendi Kürtlerle oturan hükümet, onları ikna etmiştir.

Nitekim Türkçülerin faaliyetlerinin bir parçası olarak kurulan Kürt Kulübü ve daha sonraki Vilayeti Şarkiye Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti çevresinde Ermeni katliamında rol alan Kürtler ile İttihatçı Kürtler dışında tarikatçı Kürtler de güçlü bir bileşen olarak görülür. Urfalı Kadiri postnişini Şeyh Savfet’den (Yetkin) daha sonra Erzurum Kongresi’nde Kürtler adına delege olan Nakşibendi postnişini Şeyh Fevzi Efendi’ye (Baysoy) kadar oldukça geniş bir isim listesinden bahsedilebilir. Qasimlo’nun aktardığına göre Kürt Teali Cemiyeti başkanı olan ve 1925’te Şeyh Said ile birlikte asılacak olan Nehrili Seyyid Abdülkadir, bu dönemde Mardin’de İngiliz karşıtı bir direnişin örgütlenmesi için İdare Meclisi Üyesi Şevket Bey ile birlikte faaliyetler geliştirmiş ve Kürt aşiretlerini İngilizlere karşı kışkırtmış fakat Kürt aşiretleri onu dinlememişlerdir.

Aslında burada olan şey bir önceki dönemde Osmanlı-Rus çekişmesinde Osmanlılara karşı Rusların yanında yer alan bir ekolün, Osmanlı-İngiliz çekişmesinde de İngilizlere karşı Osmanlıların yanında yer almasıdır. Örneğin Ayastefanos ve Berlin antlaşmaları sırasında ve sonrasında İngiltere ve Rusya’nın Osmanlı toprakları üzerindeki siyasal rekabetinde farkında olmadan Ruslara yanaşmış olan Kürtler, Birinci Dünya Savaşı’nda da bu eğilimi sürdürmüşlerdir. Neticede savaşın sonunda Almanya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı oyundan diskalifiye edildiğinde geriye özellikle Boğazlar konusunda görüleceği üzere yine İngiliz ve Rusların dünya bölüşüm kavgası kalmıştır ve bu durum bir anlamda İkinci Dünya Savaşı’nı da tetiklemiştir.

Diğer yandan kaçırılmaması gereken bir nokta daha vardır. Türklerin Irak Cephesi komutanlarından ve Ermeni-Hıristiyan katliamının faillerinden Ali İhsan Paşa (Sabis) karargâhını kurduğu Nusaybin’de devlet adına Kürtlerle pazarlıklar yapmış ve İngiliz karşıtı bir hat kurma çalışmaları yapmıştır. Tarikatlarla dirsek temasında olduğu bu dönemde Ali İhsan Paşa, Kürtleri bağımsızlığa ikna etme çalışmaları yapmış, ikmal hatlarının kesilmemesi için Suruç ve Viranşehir bölgesiyle özellikle ilgilenmiştir. Daha önce Edirne’nin Bulgarlar tarafından alınması ve İstanbul’un düşme ihtimali üzerine bir Kürt konfederasyonu için anlaşan Berazi ve Milli aşiretleri devlet tarafından cezalandırılmıştı. Ali İhsan Paşa o sırada bir Kürt devleti kurmak suçlamasıyla cezaevinde olan Karakeçili aşiretinin reisi Abdülkadir Dır’ê ve Milli aşiretleri reisi İbrahim Paşa’nın oğlu Mahmut’u cezaevinden salıverir. Ali İhsan Paşa, Mahmut’a İngilizleri Urfa bölgesinin dışına sürmeleri koşuluyla bölgenin miri olarak tanıyacağı sözünü verir. Badıllı ve Dûgerî aşiretleri ile Berazilerin bir kısmı da bu ittifakta yer alır.

Bu arada Berazilerin bir kolu olan Kêtikî aşiretinden Besravi (Murat Karayılan’ın dedeleri) bu ittifakı onaylamaz ve İngilizlerle anlaşır. Ali İhsan Paşa silahlandırdığı diğer Kürt aşiretlerini Kêtikî aşiretinin üzerine saldırtır. Hapisten salıverilen Abdülkadir de liderlik sözünün Mahmut’a verilmiş olması üzerine amcazadesi Mustafa ile birlikte tekrar Türklere karşı faaliyetlere başlar ve neticede tekrar hapsedilir. Bu arada 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun varlığı fiilen son bulur ve Kürtler için yeni bir dönem açılmak zorunda kalır; artık Osmanlı yoktur ve dünya İngilizlerin egemenliğine girmiştir.

Araştırmacı: İbrahim Halil Baran 

Hûn dikarin van nivîsan jî bixwînin.

‘Osmanlı Kürdistanı’nın Suriye ve Irak Devletlerine Bölünmesi’

Dr. Azad Ahmed Ali tarafından kaleme alınan “Osmanlı Kürdistanı’nın Suriye ve Irak Devletlerine Bölünmesi” adlı …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir