Kadiriler ve Nakşîler; Osmanlılar ve Ruslar arasında – 2

1913 yılı Osmanlılar için çok çetin geçmiştir ve imparatorluk; Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan ve Karadağ tarafından oluşturulan birliğe karşı Balkan Savaşları’nda kesin bir yenilgi almıştır. Urfa ve Mardin’deki Berazî ve Milî Kürtleri, Edirne’nin Bulgarlarca ele geçirilmesi ve İstanbul’un düşme ihtimalinin ortaya çıkması üzerine bir konfederal yapı üzerinde anlaşmış ve bağımsız bir Kürt devleti kurma çalışmalarına girmişlerdi. Yanlış bir istihbarat neticesinde hareketlenen ve Birecik, Urfa ile Halep’i kısa süreli ele geçiren Kürt konfederasyonu kısa bir süre sonra hükümet yetkilileri ile anlaşma yoluna girdiler ve bazı aşiret reisleri İstanbul’a sürgün edildi.

Öte yandan Balkanlar’daki topraklarını kaybeden ve Midye-Enez hattının doğusuna çekilmek zorunda kalan Jön Türk iktidarı toprak kaybetme paranoyası sebebiyle Kürtler üzerindeki zulmünü arttırmaya devam etti. Bu da doğal olarak hem Kadiri hem de Nakşibendi Kürtlerin Osmanlı’yla bağının tümüyle zayıflamasına neden oldu. Karşılarındaki tek seçenek ise Ruslarla ilişki geliştirmekti.

Kürtler, Osmanlı-Rus Savaşları boyunca Ruslarla karşı karşıya gelmiş ve Rusların Kürdistan’ın kuzeyinde bir Ermeni koridoru oluşturarak sıcak denizlere inme politikasıyla savaşmak zorunda kalmışlardı. Sonrasında Rusların Kürtlerle ilişki geliştirmek için uyguladığı tüm politikalara karşı soğuk davranmışlar ve onlardan gelen teklifleri de kabul etmemişlerdi. Oysa şimdi Osmanlı’nın Kürtlere yönelik reform yapma ihtimali ortadan kalkmış ve Kürtlerin Osmanlılara karşı güçlü bir desteğe ihtiyaçları vardı.

Neredeyse aynı tarihlerde ve birbirinden bağımsız olmak üzere Abdürezzak Bedirxan, Şikaki lideri Simko ve kardeşi Cevher Ağa, Caf aşiretinin lideri Mahmut Paşa ve beraberindeki Hemawend, Bacelan ve Dizayi aşiret reisleri, Osmanlı ordusundaki Kürt askerlerin ileri gelenlerinden Albay Saffet Bey, Mesihi Kürtler olan Nasturiler ve Şemdinanlı Nakşi şeyhi II. Seyid Taha, Rusların tarafına geçti.

Rusya’ya diplomatik bir gezi için giden Seyyid Taha dönüşte o sıralarda Rusların denetiminde olan Doğu Kürdistan’daki Rajan’a yerleşti. Burada atası Abdülkadir-i Geylani adını taşıyan camide irşadi ve siyasi faaliyetlerini sürdürmeye başladı. İyi derecede Rusça bilen Seyyid Taha, İngiliz raporlarına Rusların desteğiyle kurulacak bağımsız Kürdistan’ın müstakbel lideri olarak geçmişti ve Kürdistan’da tarikatı aracılığıyla kurmuş olduğu haberleşme ağıyla bölgedeki devletlere alternatif olarak görülüyordu.

Nitekim bunun bir yansıması olarak Mart 1914’te Seyyid Taha’nın mürşidi olduğu Gayda tekkesinin Nakşibendi şeyhi Şeyh Şahabettin, amcası Seyyid Ali ve halifelerinden Mela Selim, Bitlis’te Osmanlılara karşı başkaldırdılar. Başlangıçta hükümeti zorlayan ayaklanma daha sonra bastırıldı ve Mela Selim ile 12 arkadaşı Rus Konsolosluğu’na sığındılar. Ruslar ile Osmanlılar arasında uzun pazarlıklar başladıysa da Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi üzerine Ruslar, kendilerine sığınan Kürtleri Osmanlılara teslim etti ve bunlar Divan-ı Harbi’nin kararıyla idam edildiler.

Bu sırada Musul Valiliği’ne Jön Türklerin sadık adamlarından Süleyman Nazif atanmış, bir süredir hükümetle arasındaki sorunları yumuşamış olan ve köyüne dönerek orada bir okul açmış olan Abdusselam Barzani de sıkıştırılmaya başlanmıştı. Osmanlıların eline şeyhin, Türklerin hain olduklarını belirttiği ve Seyyid Taha’yı Ruslarla ilişki için cesaretlendirdiği bir mektubu geçmiş ve Süleyman Nazif, Abdusselam’ı belirlediği bu yeni politika sebebiyle derdest etmek istemişti. Neticede bir aydan fazla süren büyük bir çatışma patlak vermiş, şeyh yenilmiş ve kılık değiştirerek Urmiye’ye kaçmak zorunda kalmıştı.

Urmiye’ye giden Barzani, burada Simko ile buluşmuş ve birlikte Tiflis’e giderek Kürtleri Osmanlı’nın elinden kurtarma vaadi veren Rus Çarı II. Nikolay’ın özel temsilcisi ile görüşmüşlerdi. Bu sırada Osmanlı, şeyhin başına büyük bir ödül koymuştu. Mesud Barzani’nin aktardığına göre Şeyh görüşmeden dönüşte Salmas’ta Simko’dan ayrılmış ve Urmiye yakınlarındaki Gengeçin’de bir müridine misafir olmuştu. Sofi Abdullah adlı bu mürit, şeyhi, beraberindeki iki koruması ve Rêkan aşireti reisi Mihemed Ağa’yı uyudukları sırada yakalamış ve Sero yakınlarındaki Bajirge (Esendere) karakolunda Türklere teslim ederek ödülünü almıştı. Neticede Musul’a getirilen Abdusselam Barzani ve beraberindeki üç kişi, şeyhin savaşta Osmanlılara bin katır yükünde yardım etme teklif etmesine rağmen ve infaz için İstanbul’dan onay alınmadan Aralık 1914’te idam edildiler.

Süleyman Nazif bölgedeki diğer Nakşibendî ve Kadiri şeyhlerine yönelik sert uygulamalara devam etti. Daha önce Abdusselam ile birlikte bir dilekçe hazırlamış olan Brifkanî şeyhlerinden Muhammed Nur ileri yaşına rağmen tutuklandı, işkence edildi ve Musul’da konulduğu hapiste öldü. Bamernê ve Nodê şeyhleri de tahkikata uğradılar ve Şeyh Said Berzenci’nin amcazadeleri de Süleymaniye’nin dışına çıkarıldılar. Öte yandan hızla yayılan Dünya Savaşı’na giren Osmanlı; Kürdistan’ın kuzeyindeki Kadiri, Mevlevi ve Rufai tarikatlarından gönüllü birlikler kurarken, Osmanlı-Rus savaşlarında Kürt birliklerinin başını çeken Nakşibendîlerin ise sesi çıkmıyordu.

Araştırmacı: İbrahim Halil Baran 

Hûn dikarin van nivîsan jî bixwînin.

‘Osmanlı Kürdistanı’nın Suriye ve Irak Devletlerine Bölünmesi’

Dr. Azad Ahmed Ali tarafından kaleme alınan “Osmanlı Kürdistanı’nın Suriye ve Irak Devletlerine Bölünmesi” adlı …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir