“Bu gün Newroz-i sultanîdir!”

Yukarıdaki ifade, Said-i Nursî Hazretlerine aittir. O, “Sözler” adlı risalesinde, “Gel, bugün nevruz-u sultanîdir” demektedir. Aynı sayfada “Newroz” ifadesini iki defa kullanan Üstad, Newroz’la birlikte yeryüzünde oluşan değişim ve dönüşümleri uzun uzadıya anlatmaktadır. Bu anlatımlar, başta “Baharın ilk günü” olan Newroz’dan, “Yaz mevsimin başlangıcı”na kadarki süreçle alakalıdır; yani Bahar Mevsimi etrafında cereyan etmektedir.

Said-i Nursî’nin Newroz anlatımlarında, Newroz’un “İlahî bayram”lık özelliği ön plana çıkmaktadır. Başka bir ifadeyle, Newroz, Allah’ın engin rahmetinin bütün şaşaasıyla tecelli ettiği bir “Kâinat Bayramı” olduğudur. Dolayısıyla, Newroz’u, dinî bir bayram olarak değil,  “Sünnetullah” kapsamında bir “Mahlûkat Bayramı” şeklinde değerlendirmeliyiz. Bu anlamda, Newroz’a yüklenilen dinî misyon, tipik bir tahrifattır; bir kavram çarpıtmasıdır.

Mademki Newroz, bir mahlûkat bayramıdır, o hâlde, tanımının da bu muhtevaya uygun olması gerekir. Bu bağlamda, Firdevsî’nin “Şehname”sinde geçen esatiri(mitolojik) izahlardan sarf-ı nazarla, Newroz’u, –lügat ve kavramsal içeriğiyle– yeni baştan yorumlamakta fayda vardır. Mitolojik bir hikâyeden yola çıkarak ona yüklenilen siyasî ve ideolojik anlamların, trajik tezahürleri hepimizin malumudur. Gelinen noktada, her aşırılığın bir başka aşırılığı tetiklediğini; aşırılıkların, İlahî ve insanî değerleri nasıl tükettiğini bilmekteyiz; izlemekteyiz. Yaratılışa dair kevnî bir bayram, ya küfürle itham edilmekte, ya da güvenlik gerekçeleriyle yasaklanmaktadır.

Her şey gibi, Newroz’un da bir varlık sebebi, bir hakikati vardır; yorum ve yaklaşımlar, bu temelde olmalıdır. Newroz, bir yaratılış ve diriliş bayramıdır; kutlamaların da, bu ruh ve anlayışla muvafık olması gerekir. Newroz, yapıcı ve inşa edici bir muhtevaya sahiptir; bu muhteva İlahîdir, kevnîdir. Kutlamaların da yapıcı ve inşa edici olması gerektir. Kan, kin ve katliam, ondaki rahmet, sevgi ve ihya ruhuna aykırıdır. Ateşi, kundakçılıkta kullanmak ne ise,  ruh ve gönüllere neşe veren Newroz’u yakıp-yıkmakta kullanmak da aynı şeydir. İkisi de istismardır. Newroz gibi ilahî rahmetin nüzul ve tezahür bayramını kin, kan ve katliamlara alet etmek, ona ihanettir.

Newroz, ne örgütsel, ne de devletsel ideolojilerin aleti olamaz. Bu bayramın tarihçesi, bütün devlet ve örgütlerden eskidir. O, yeryüzüne ve sakinlerine İlahî bir armağandır. Bu çaptaki bir armağan, hovardaca emellerde kullanılmaz. Newroz’a kan bulaştırmak, kundakçılıktır; Katil Kabil’in sünnetini ihya etmektir. Newroz’u ideolojileştirmek, onu çatışmacı, ihtilalci ve imhacı zeminlere çekmek, bu zeminleri, masumların kanı ve gözyaşlarıyla sulandırmak, FiravunlarınNemrutlarınŞeddatların zulmünü idame ettirmektir; hatt-ı hareketlerini izlemektir. Soruyorum: Bu güne kadar hep böyle olmadı mı?

Zehire bal etiketi yapıştırmakla kimyası düzelmez; zehir yine zehir kalır. İster güvenlik, ister özgürlük adına olsun, Irkçı ve ideolojik çıkışlar, özü itibariyle zehirleyicidir; meşru olamaz. Newroz, -bugün gün için- barışçıl ve birleştirici fonksiyonundan, öz ve özelliklerinden arındırılmış, kan ve katliamlarla anılır olmuştur. Bunca trajedi, Newroz namındaki kevnî ve ontolojik bayramı tanınamaz hale getirmiş, zihinlerdeki çağrışımını olumsuzlaştırmıştır. Bu aşamada, bütün hakperest ve muhakkik insanların, Newroz’u Newroz’a yakışır bir muhtevayla tanıtması, temsil etmesi elzemdir. Zira Newroz, bütün mahlûkata armağan edilmiş İlahî bir bayramıdır.

Evet, üstümüze doğan her yeni gün gibi, Newroz da bir yeni gün ve Allah’ın ayetlerinden bir ayettir. O, bütün bir dünya ömrünce, her sene yenilenen bir “Sünnetullah”tır. Her ne ki Allah’ın yasasıdır; o, aynı zamanda dünyanın bir yazgısıdır. Allah’ın yasalarıyla oynanılmaz, onlar bozulmaz, bozuk emellere alet edilemez. Esatiri(mitolojik) hikâyelerden ideoloji üreten çağdaş cahiliye, ne yazık ki, Allah’ın bütün kevnî değerlerini -şeytanın iğvasına kapılarak, tahrip ve tahrif etmiştir. Bu bağlamda, Newroz’u da varoluşsal özünden tecritle, aksi bir mecraya sokmuştur.

Meşhur sözlükçü Şemseddin Samî, “Kamus-i Türkî”sinde (bkz. s. 1474-75)

Muallim Naci, “Lügat-ı Nacî”sinde (bkz. s. 913), Mehmed Es’ad, “Lehcetu’l-Lügat”inde (bkz. s. 751), Dr. Hüseyin Remzi, “Lügat-ı Remzi”sinde (bkz. c. 2, s. 138) ve daha nice Osmanlıca lügatler, Newroz, hep Bahar’ın başlangıcı ve Bahar Bayramı çerçevesinde izah etmiştir. İlgili bütün kaynaklar, onu, yer ve içindekilerin uyanışı, dirilişi, şenlenip serpilişi şeklinde yorumlamıştır. Ancak, gerek retçiler, gerekse iman edicilerin cephesinden “Newroz”a yüklenen anlam, ya “Mecusi Bayramı” ve “Şirk”, ya da “Özgürlük Bayramı” şeklindedir;  Yani iki aşırı uç: Ya ifrat, ya tefrit!…

Miladî Takvim’e göre 21 Mart’a denk düşen Newroz, Kuzey Yarım Küre için İlkbahar, Güney Yarım Küre için Sonbahar’ın başlangıcıdır. Bu tarih, bütün dünya için, gece ve gündüz sürelerinin eşitlenmesidir. Dünyayı iki eşit parçaya ayıran Ekvator hattındaki bütün noktaların Güneş ışınlarını eşit açılarla (90 derece) almasıdır. Kuzey Yarım Küre’de diriliş kapıları açılırken, Güney Yarım Küre’de ölüme doğru yürüyüştür. Yani aynı zaman diliminde, küresel ölçekte bir haşir ve neşir hadisesi… Kusursuz bir sistem; okunmaya değer iki dünya sayfası…

Newroz’la ilgili olarak, birçok hikâye, efsane ve rivayet vardır; bunlar, uzun uzadıya yazılıp söylenmiştir. Bazılarınca esatir(mitoloji), bazılarınca kültürel öğe ya da gelenek, bazılarınca inanç ya da ideoloji kabul edilebilir. Bunların irdelenmesi ayrı bir konu; hepsi bir kenarda kalsın. Herkesin inancı kendisine; çarpıtma olsa bile, yeter ki dayatma ve çatışma aracı yapılmasın… Biz, Newroz’un elle tutulur, gözle görülür yanıyla ilgilenelim.

Vakıa, Newroz bir diriliştir; tabiat ve içindekilerin yeni bir hayata uyanmasıdır. Kışın soğuk, donuk ve kasvetli atmosferinden Bahar’ın sıcak, canlı ve ruhefza iklimine bir geçiştir. Yer yarılır, bitkiler dirilir; sayısız renk cümbüşünden halılar serilir. Tomurcuklar açar, çiçekler saçılır; sayısız ağaçlar gelinler gibi süslenir. Yumurtalar çatlar, böcekler dirilir; yeryüzü sayısız hayvanatın resmigeçidine tanık olur. Ve en önemlisi, sayısız farklılıklardan oluşan benzersiz bir ilahî kompozisyonla yüz yüze gelinir.

Farklı renk, şekil ve desenlerden oluşan bu kompozisyon, farklı ses, avaz ve melodilerden oluşan bu ilahî senfoni, bu ruhanî ve deruni müzikal şölen, bu kusursuz uyum ve bütünlük, insan olan insana, kardeşliği, barışı, birlikte yaşamı, hoşgörüyü, saygıyı, özgürce yaşamı, hak ve hukuka riayeti öğütlemekte; ırkçılığı, asimilasyonu, ötekileştirmeyi, zulmü, düşmanlığı, inkârcılığı, imhacılığı reddetmekte, “Ya Newroz’un ruhuna uygun bir yaşam, ya da küresel çaptaki kıyametlere hazır olun!” mesajını vermektedir.

Benim Newroz’dan anladığım budur; zira tabiatın bağrından yaratılan bu bayramda, kan ve kavgaya yer yoktur. Newroz’u, mana ve muhtevasından çıkarmak, onun varoluşsal hikmetini inkâr, mesajından gaflet etmektir. Newroz, diriliş ve varoluştur; öldürmek ve yok ediş değildir. Uyanmak ve aydınlanmaktır; bastırmak ve karanlığa gömmek değildir. El ele, omuz omuza vermektir; çözülmek ve düşmanlaşmak değildir. Birlikte yaşam, bütünlükte sebattır; boğuşup parçalanmak değildir.

Her şey, kendi orijininde bırakılmalıdır; tabiatı yakıp yıkmak ne ise, tabiatın bağrından süzülen bu ilahî ve tekvinî bayramı özünden uzaklaştırmak da aynı şeydir. Fıtrata müdahale, hem küresel, hem de insanî ölçekte kıyametlere götürür. Newroz’u kaos ve kıyametlere alet etmek; kan, kıtal ve gözyaşıyla anlamsızlaştırmak, Newroz bilincini taşıyan bireylerin işi olmaz; onlara yakışmaz. Olsa olsa, zincirlerle dövünüp, emanetullah olan bedenlerini kan-revan içinde bırakan Kerbelacıların ilkelce uygulamalarına öykünmektir. Müslümanların Kurban kesmelerini, “vahşet”le damgalayanlara ithaf olunur!…

Newroz, Allah’ın, bütün mahlûkata bahşettiği tekvinî bir bayramdır; dinî bir boyutu yoksa da, İlahî bir sünnetin icra hengâmesidir. “Ölümden sonra hayatı halk eden” Allah, ölüm manzarasını andıran Kış faslını kapayıp Bahar faslını aralamakta; beyaz kar kefenini çekip hayatın bütün tonlarını sergilemektedir. Bahar’da, sayısız varlıklara resmigeçit yaptıran Kâinatın Sultanı, insanları da bu şölene davet etmekte; kaynayan kanlarını, coşan ruhlarını, kabaran gönüllerini bu şölenden hakkıyla istifadeye çağırmaktadır.

Kan dökmek, ruhları daraltmak, gönülleri yaralamak bu İlahî şölenin yaratılış amacına aykırıdır; şöleni tanzim edene de, katılımcılarına da saygısızlıktır.

Hatırlatma: “Ölüm benim Newroz günümdür” diyerek, 1960 Newroz’unda vefat eden Üstad Bediüzzaman’ın kabri halen meçhullüğünü korumaktadır. 27 Mayıs İhtilali’nde, kabri devletçe parçalanmış, naaşı kaçırılmıştır. O gün bu gündür, kabrinin üzerine oturan devlet, halen bu günahından arınmış değildir. Vefatının üzerinden 56 yıl geçti; “Said-i Nursî’nin mezarı nerededir?” çağrılarımızı, sağır sultanlar bile duydu. Siz, ey devletlûlar, bu çağrıya ne zaman kulak vereceksiniz? Bu Newroz vesilesiyle, sorumlu olmaya, sorumluluktan kurtulmaya davet ediyoruz! Üstad’ın mezarını aslî yerine iade ediniz!

Bu vesileyle, bütün dünya ve dünyalıların evrensel bayramını kutlar, gönüllerde düşmanlık dikenleri yerine, kardeşlik Newrozlarının ekilmesini diliyorum.

Abdullah CAN Araştırmacı-İlkehaber.com

 

Hûn dikarin van nivîsan jî bixwînin.

Dünya yeni bir savaşın eşiğinde iken, Birinci Dünya Savaşı sürecinde Kürdlerin tehcirini hatırlamak

Bugün dünyada ve bölgemizde yaşanan toplumsal-siyasal gelişmeler ve bu bağlamada genel olarak şekillenmekte olan siyasal …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir